I. Dünya savaşında müttefiklere karşı savaşta Alman İmparatoru Wilhelm ile
Enver Paşa,
doğunun
çok önemli olduğunu
biliyorlardı. Özellikle İngilizlerin
doğudaki
hakimiyetini sarsmak, savaşı büyük oranda Türkler ve Almanların lehine
çevirecekti.
Bu planlar çerçevesinde, savaşa katıldığını ilan ettikten birkaç gün sonra Osmanlı İmparatorluğu “Cihad-ı Ekber”
yani kutsal savaş
ilan etmişti.
Bağdat
demiryolu projesi de bu dönemlere denk gelir. Berlin-İstanbul-Bağdat’ın demiryoluyla bağlanması, doğuya kesintisiz ve
hızlı bir şekilde
silah ve asker taşıyabilmek
için elzemdi. Günümüzdeki teknolojiyle bile aşılması son derece güç
olan Toros Sıradağları'ndan
geçirebilmek için ortaya çıkan büyük masraflardan kaçınılmadığını biliyoruz. Bağdat demiryolu
Almanlara savaşta
iyi bir lojistik avantaj sağlamakla birlikte, Almanların Türkiye pazarında ihracat payını
artırmasında da epey etkili olmuştur.
İran,
tarafsız olduğunu
deklare etmişti.
Yani bu İngiliz
ve Rusların denetimi oldukları anlamına geliyordu. Keza Afganistan için de aynı
durumdan bahsedebiliriz. Hindistan zaten İngilizlerin yönetimindeydi. Doğunun ele geçirilmesi
ve esasında Hindistan’ın düşmesi
demek, Almanların ve Türklerin bu savaşı kazanması anlamına geliyordu. Bu ülkelerdeki
müslüman nüfusun yoğunluğu ve halifenin kutsal
savaş
çağrısı
da dikkate alınınca bu plan akla yatkın gözüküyordu.
Alman ajanlarının bu bölgelerdeki faaliyetleri çok ilgi çekici. Tarihçiler
Wilhelm Wassmuss’u, “Alman Lawrence” olarak da ifade eder. Wassmuss Basra ve
Güney İran
bölgesinde hatrı sayılır bir nüfuz elde etmiş ve milis gücü oluşturabilmişti. Bir İngiliz büyükelçisini esir bile almıştı. Aynı zamanda Afganistan ve Hindistan için de umut
vardı. Fakat işler göründüğü kadar kolay değildi.
Afganistan’a giriş
yapabilmenin tek bir yolu vardı: İran çölleri. Hentig, Niedermayer ve ekibi, elinde İmparator ve Halifeden
mektuplar, altınlar ve özel hediyelerle yola çıktığında; İngiliz casusları istihbaratı Hindistan'a iletmişlerdi.
Afganistan sınırına güneyden İngilizler Hindistan’daki birliklerinden ve kuzeyden
Ruslar Kazak atlılarıyla bir kordon oluşturmak için elinden geleni yaptı fakat Niedermayer
imkansızı başararak
mucizevi bir şekilde
kordonun zayıf kısmını bularak Afganistan’a gizlice girmeyi başardı. Ancak Afganistan
emiri pahalı hediyelerle kandırılacak gibi değildi. Kuzeyde Ruslar ve güneyde İngilizlerin arasında
kalan Afganların, bölgeye destek için gelmiş büyük bir Alman ordusu görmeden İngilizlerle sadakatini
bozmaya hiç niyeti yoktu. Bu süreç içerisinde Almanlar istediğini alamadılar ve
Emirin akıllı diplomatik oyunlarıyla zaman kaybettiler. Tabii Emir, İngilizlerin Afganların
savaşa
girme ihtimalinden duyduğu endişeden faydalanmasını da bildi, İngilizler
yaptıkları ödemeleri epey artırmak zorunda kaldılar.
Afgan halkı Emir kadar diplomatik düşünmüyordu, İngilizlerden bıkmışlardı. İkna edilmeleri daha kolaydı. Ancak Hindistan’daki
Genel Vali’nin emriyle, Afgan kabilelerinin sadakatini kaybetmemek adına sınıra
yakın bir bölgede bütün Afgan kabile reisleri çağırıldı ve bir toplantı yapıldı. İngiliz uçaklarının
açık arazideki bombardıman gösterisi üzerine daha ilk defa uçak gören kabile
reislerinden bazıları “bu uçan makinelerden bir tanesi bizim 10.000 askerimize
bedel” demişlerdi
ve haksız da sayılmazlardı. İngilizler bahşiş konusunda cömert davranmaktan da kendilerini alıkoymadılar, hem gözdağı hem menfaat Afganları dizginlemek için yeterli olacaktı. İngilizler diplomaside her zaman ustalık göstermişlerdir.
Hindistanda ise bir iç savaş çıkarma planı silah eksikliği olmasa tutacak
gibiydi. Alman ajanları isyan düşüncesini yaymakta pek de başarısız sayılmazlardı. Noel Planı görünürde kusursuzdu: bayramın kutlama ve eğlencesinde olan İngilizler, Noel sabahı başkentte baskına uğrayacaklardı. Tabii silahlar zamanında ulaşırsa. Günümüze neden bilgi çağı dendiğini bir kez daha anlamış bulundum. Zira günümüzde GPS, internet gibi
vasıtalarla bir saniyede yapılabilecek haberleşme o şartlarda olmadığı için Almanların binlerce silah taşıyan gemileri, bazı
aksaklıkların gecikme yaratması dolayısıyla iletişim eksikliğinden dolayı zaman kaybettiler ve İngilizler aldıkları istihbarat sonucu Hindistan'ın güneydoğusundaki adalardan birinde gemiye ve
silahlara el koydu. Bir başka silah ve mühimmat yüklü gemi, Alman gemisine teslimat yapmak üzere anlaştıkları yer ve zamanda bulunmasına rağmen, Alman gemisinin teknik aksaklıklardan dolayı geç kaldığını bilmediği için yakın bir limana döndü ve kaptan durumu öğrenmek üzere mektup gönderdi. Aldığı cevapta derhal kararlaştırılan yere gitmesi söylenmiş olsa da, geri döndüğünde Alman gemisini orada bulamayacaklardı. Çünkü bir ay bekleyen Alman gemisi bir terslik olduğunu varsaymış vakit kaybetmeden geri dönmek zorunda olduğu için yola çıkmıştı. Stratejik olarak bu kadar hayati planlar sadece haberleşmenin 100 yıl önceki bu denli gelişmemişliğinden suya düşüyordu. Velhasıl İngilizler, esir olarak ele geçirmiş oldukları bir Alman ajanından Noel Planı'nı haber aldılar ve başka ufak çaplı silah teslimatlarını engellediler. Üstüne üstlük Noel olmadan isyancıların karargahlarını bastılar ve bu büyük tehlikeyi önlediler. İngilizler ele geçirilmiş olan o Alman ajanını, daha sonra da uzun yıllar boyunca casus olarak kullandıklarını itiraf edeceklerdi.
Bu bağlamda
ilginç gelen bir başka
husus, Alman ajanlarının hazırladıkları binlerce broşürdü. Söz konusu bütün doğu ülkelerinde çeşitli kabilelere dağıtılan broşürler ve ajanların
söylemleri, Alman İmparatoru
Wilhelm’in müslüman olduğunu,
bu kutsal savaş
çağrısına
uyduğunu,
büyük bir orduyu doğuya
yönlendirdiğini
anlatıyordu. Kabileler için o dönemde bu bilgilerin doğruluğu ve yanlışlığı teyit edilemeyeceğinden(şehir merkezleri dışında radyoya rastlanmazdı), bu faaliyetler
çok önemliydi. Önemli olan pompalanan propagandaların ve bilgilerin ne kadar gerçek olduğu değil, ne kadar ikna edici ve harekete geçirici olduğuydu. Alman ajanlarından kimilerinin sakal bıraktıkları, doğulu kıyafetleri giydiği ve müslüman olmuş gibi davrandıklarını
söylemeye gerek yoktur herhalde.
![]() |
Wilhelm Wasmuss, Kabil, 1916 |
Yaklaşık 1 sene önce Çanakkale’deki olağanüstü
galibiyet aslında İran, Afganistan ve Hindistan'daki müslüman kabileleri ve halkı propangadalarla etkilemek adına psikolojik olarak avantajlı bir izlenim veriyordu ve Alman-Türk ittifakının savaşı kaybetmeyeceğine dair umut vaad eden bir gelişmeydi. Gelgelelim Erzurum’un düşmesi de aynı ölçüde bu
psikolojik üstünlüğü
tersine çevirecekti. Rusların Erzurum'u ele geçirdiğinin duyulması bütün planları alt üst edecekti.
Erzurum Kalesi Türklerin yüzyıllarca doğusunu Ruslara kapatmış, coğrafi koşullarıyla da muazzam bir şekilde korunmuştu. Fakat Rus ordusu
bazı kaynaklara göre içeriden aldıkları istihbarat sayesinde kalenin zayıf
noktaları üzerine oynamış
ve kararlılıkla istediklerini almışlardı. Kalenin düştüğü geceyi Kazak askerleri “gökte bir haç belirdi ve
hilali ortadan kaldırdı” şeklinde
anlatmışlar.
Ve Erzurum, Rusların eline geçmişti…
Yazımız burada sona eriyor. Bütün bunları öğrenirken, şu
Kazak askerleri ve atlılarının bize karşı savaşması çok ağrıma gitti. Türklerin yanında savaşmasalar da bari düşmanımız olmasalardı
diye düşündüm.
Sonra araştırdım
ki bu Kazaklar, Türklerle akraba olanlar değil, kabaca özetlemek gerekirse bugünkü Ukrayna
halkının ataları olan Kazaklarmış. Yani “Kazakh” değil, “Cossack”. Epey ilgimi çekti.
Bu Kazaklar için okuduğum
her şey
çok çılgın oldukları yönünde. Savaş zamanlarında paralı askerlik yapan, barış zamanında da köyleri
yağmalayan
savaşçı
bir halkmış.
Rusların sınırlarında ve ordularındaki en önemli birlikleri Kazaklar oluşturuyormuş. Hatta atlıları ve
savaşçıları
öyle meşhur
ki, Napoloen Bonaparte “Bana 20.000 Kazak askeri verin, bütün Avrupayı ve
dünyayı ele geçireyim.” demiştir.
Son olarak ilginç bir şeyden
daha bahsedeyim. Osmanlı Padişahı IV. Mehmed, zamanında Kırım’a
dadanan Zaporojya Kazaklarına bir mektup göndermiş ve Osmanlı’ya tabii
olmalarını iletmiş. Kazak Atamanı Ivan Sirko’nun mektuba verdiği iddia edilen
cevap da enteresan gerçekten. Psikopat herifler.
Yabancı bir kaynağa
göre IV. Mehmed’in mektubunun çevirisi ve İvan Sirko’nun cevabı(alıntıdır):
Ben, Muhammed'in oğlu; Güneş
ve Ay'ın kardeşi; Tanrı'nın torunu ve veziri; Makedonya, Babil, Kudüs, Yukarı
ve Aşağı Mısır'ın hükümdarı; İmparatorların imparatoru; hükümdarların
hükümdarı; hiç yenilmemiş harikulade savaşçı; Hz. İsa'nın kabrinin yılmaz bekçisi;
Tanrı tarafından seçilmiş mütevellinin ta kendisi; Müslümanların ümidi ve
huzuru; Hıristiyanların kahredicisi ve koruyucusu olan; ben, Sultan -- size
emrediyorum Zaporojya Kazakları, kendi rızanızla ve direnmeden bana teslim olun
ve saldırılarınızla beni rahatsız etmekten vazgeçin.
Türk Sultanı IV. Mehmed
Sen türk iblisi, lanetli şeytanın kardeşi ve arkadaşı, ve
bizzat lucipher'in katibi! ne biçim bir savaşçısın? şeytan pisler ve ordun
bununla yemlenir. hıristiyan oğullarından asla kendine tebaa yapamıyacaksın;
senin ordundan korkmuyoruz, seninle karadan ve denizden savaşacağız. sen
babilli ahçı yamağı, makedonyalı tekerlek tamircisi, kudüslü biracı, iskenderiyeli
keçi yüzücüsü, yukarı ve aşağı mısır'ın domuz çobanı, yılan'ın torunu, bu
dünyanın ve öbür dünyanın budalası, tanrı'nın aptalı, domuzun burnu, dişi atın
kıçı, mezbaha iti, vaftizlenmemiş alın, şeytan kıçını haşlasın! kazaklar işte
sana böyle cevap veriyor, iğrenç balgam topağı! sen gerçek hıristiyanları
yönetmekten acizsin. [burada mektubumuzu tamamlıyoruz çünkü] tarihi bilmiyoruz
ve takvimimiz yok; ay gökte, yıl kitapta, buradaki gün ile ordaki gün aynı;
onun için git kıçımızı öp!
Ataman Ivan Sirko
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder