13 Mart 2015 Cuma

Drang nach Osten

   
Fransızların Alman İmparatoru Wilhelm'e karşı broşürlerinden biri.


     I. Dünya savaşında müttefiklere karşı savaşta Alman İmparatoru Wilhelm ile Enver Paşa, doğunun çok önemli olduğunu biliyorlardı. Özellikle İngilizlerin doğudaki hakimiyetini sarsmak, savaşı büyük oranda Türkler ve Almanların lehine çevirecekti.

         Bu planlar çerçevesinde, savaşa katıldığını ilan ettikten birkaç gün sonra Osmanlı İmparatorluğu “Cihad-ı Ekber” yani kutsal savaş ilan etmişti. Bağdat demiryolu projesi de bu dönemlere denk gelir. Berlin-İstanbul-Bağdat’ın demiryoluyla bağlanması, doğuya kesintisiz ve hızlı bir şekilde silah ve asker taşıyabilmek için elzemdi. Günümüzdeki  teknolojiyle bile aşılması son derece güç olan Toros Sıradağları'ndan geçirebilmek için ortaya çıkan büyük masraflardan kaçınılmadığını biliyoruz. Bağdat demiryolu Almanlara savaşta iyi bir lojistik avantaj sağlamakla birlikte, Almanların Türkiye pazarında ihracat payını artırmasında da epey etkili olmuştur.

         İran, tarafsız olduğunu deklare etmişti. Yani bu İngiliz ve Rusların denetimi oldukları anlamına geliyordu. Keza Afganistan için de aynı durumdan bahsedebiliriz. Hindistan zaten İngilizlerin yönetimindeydi. Doğunun ele geçirilmesi ve esasında Hindistan’ın düşmesi demek, Almanların ve Türklerin bu savaşı kazanması anlamına geliyordu. Bu ülkelerdeki müslüman nüfusun yoğunluğu ve halifenin kutsal savaş çağrısı da dikkate alınınca bu plan akla yatkın gözüküyordu.

         Alman ajanlarının bu bölgelerdeki faaliyetleri çok ilgi çekici. Tarihçiler Wilhelm Wassmuss’u, “Alman Lawrence” olarak da ifade eder. Wassmuss Basra ve Güney İran bölgesinde hatrı sayılır bir nüfuz elde etmiş ve milis gücü oluşturabilmişti. Bir İngiliz büyükelçisini esir bile almıştı. Aynı zamanda Afganistan ve Hindistan için de umut vardı. Fakat işler göründüğü kadar kolay değildi.


         Afganistan’a giriş yapabilmenin tek bir yolu vardı: İran çölleri. Hentig, Niedermayer ve ekibi, elinde İmparator ve Halifeden mektuplar, altınlar ve özel hediyelerle yola çıktığında; İngiliz casusları istihbaratı Hindistan'a iletmişlerdi. Afganistan sınırına güneyden İngilizler Hindistan’daki birliklerinden ve kuzeyden Ruslar Kazak atlılarıyla bir kordon oluşturmak için elinden geleni yaptı fakat Niedermayer imkansızı başararak mucizevi bir şekilde kordonun zayıf kısmını bularak Afganistan’a gizlice girmeyi başardı. Ancak Afganistan emiri pahalı hediyelerle kandırılacak gibi değildi. Kuzeyde Ruslar ve güneyde İngilizlerin arasında kalan Afganların, bölgeye destek için gelmiş büyük bir Alman ordusu görmeden  İngilizlerle sadakatini bozmaya hiç niyeti yoktu. Bu süreç içerisinde Almanlar istediğini alamadılar ve Emirin akıllı diplomatik oyunlarıyla zaman kaybettiler. Tabii Emir,  İngilizlerin Afganların savaşa girme ihtimalinden duyduğu endişeden faydalanmasını da bildi, İngilizler yaptıkları ödemeleri epey artırmak zorunda kaldılar.

         Afgan halkı Emir kadar diplomatik düşünmüyordu, İngilizlerden bıkmışlardı. İkna edilmeleri daha kolaydı. Ancak Hindistan’daki Genel Vali’nin emriyle, Afgan kabilelerinin sadakatini kaybetmemek adına sınıra yakın bir bölgede bütün Afgan kabile reisleri çağırıldı ve bir toplantı yapıldı. İngiliz uçaklarının açık arazideki bombardıman gösterisi üzerine daha ilk defa uçak gören kabile reislerinden bazıları “bu uçan makinelerden bir tanesi bizim 10.000 askerimize bedel” demişlerdi ve haksız da sayılmazlardı. İngilizler bahşiş konusunda cömert davranmaktan da kendilerini alıkoymadılar, hem gözdağı hem menfaat Afganları dizginlemek için yeterli olacaktı. İngilizler diplomaside her zaman ustalık göstermişlerdir.


         
Hindistanda ise bir iç savaş çıkarma planı silah eksikliği olmasa tutacak gibiydi. Alman ajanları isyan düşüncesini yaymakta pek de başarısız sayılmazlardı. Noel Planı görünürde kusursuzdu: bayramın kutlama ve eğlencesinde olan İngilizler, Noel sabahı başkentte baskına uğrayacaklardı. Tabii silahlar zamanında ulaşırsa. Günümüze neden bilgi çağı dendiğini bir kez daha anlamış bulundum. Zira günümüzde GPS, internet gibi vasıtalarla bir saniyede yapılabilecek haberleşme o şartlarda olmadığı için Almanların binlerce silah taşıyan gemileri, bazı aksaklıkların gecikme yaratması dolayısıyla iletişim eksikliğinden dolayı zaman kaybettiler ve İngilizler aldıkları istihbarat sonucu Hindistan'ın güneydoğusundaki adalardan birinde gemiye ve silahlara el koydu. Bir başka silah ve mühimmat yüklü gemi, Alman gemisine teslimat yapmak üzere anlaştıkları yer ve zamanda bulunmasına rağmen, Alman gemisinin teknik aksaklıklardan dolayı geç kaldığını bilmediği için yakın bir limana döndü ve kaptan durumu öğrenmek üzere mektup gönderdi. Aldığı cevapta derhal kararlaştırılan yere gitmesi söylenmiş olsa da, geri döndüğünde Alman gemisini orada bulamayacaklardı. Çünkü bir ay bekleyen Alman gemisi bir terslik olduğunu varsaymış vakit kaybetmeden geri dönmek zorunda olduğu için yola çıkmıştı. Stratejik olarak bu kadar hayati planlar sadece haberleşmenin 100 yıl önceki bu denli gelişmemişliğinden suya düşüyordu. Velhasıl İngilizler, esir olarak ele geçirmiş oldukları bir Alman ajanından Noel Planı'nı haber aldılar ve başka ufak çaplı silah teslimatlarını engellediler. Üstüne üstlük Noel olmadan isyancıların karargahlarını bastılar ve bu büyük tehlikeyi önlediler. İngilizler ele geçirilmiş olan o Alman ajanını, daha sonra da uzun yıllar boyunca casus olarak kullandıklarını itiraf edeceklerdi.

         Bu bağlamda ilginç gelen bir başka husus, Alman ajanlarının hazırladıkları binlerce broşürdü. Söz konusu bütün doğu ülkelerinde çeşitli kabilelere dağıtılan broşürler ve ajanların söylemleri, Alman İmparatoru Wilhelm’in müslüman olduğunu, bu kutsal savaş çağrısına uyduğunu, büyük bir orduyu doğuya yönlendirdiğini anlatıyordu. Kabileler için o dönemde bu bilgilerin doğruluğu ve yanlışğı teyit edilemeyeceğinden(şehir merkezleri dışında radyoya rastlanmazdı), bu faaliyetler çok önemliydi. Önemli olan pompalanan propagandaların ve bilgilerin ne kadar gerçek olduğu değil, ne kadar ikna edici ve harekete geçirici olduğuydu. Alman ajanlarından kimilerinin sakal bıraktıkları, doğulu kıyafetleri giydiği ve müslüman olmuş gibi davrandıklarını söylemeye gerek yoktur herhalde.

Wilhelm Wasmuss, Kabil, 1916
         Yaklaşık 1 sene önce Çanakkale’deki olağanüstü galibiyet aslında İran, Afganistan ve Hindistan'daki müslüman kabileleri ve halkı propangadalarla etkilemek adına psikolojik olarak avantajlı bir izlenim veriyordu ve Alman-Türk ittifakının savaşı kaybetmeyeceğine dair umut vaad eden bir gelişmeydi. Gelgelelim Erzurum’un düşmesi de aynı ölçüde bu psikolojik üstünlüğü tersine çevirecekti. Rusların Erzurum'u ele geçirdiğinin duyulması bütün planları alt üst edecekti.

         Erzurum Kalesi Türklerin yüzyıllarca doğusunu Ruslara kapatmış, coğrafi koşullarıyla da muazzam bir şekilde korunmuştu. Fakat Rus ordusu bazı kaynaklara göre içeriden aldıkları istihbarat sayesinde kalenin zayıf noktaları üzerine oynamış ve kararlılıkla istediklerini almışlardı. Kalenin düşğü geceyi Kazak askerleri “gökte bir haç belirdi ve hilali ortadan kaldırdı” şeklinde anlatmışlar. Ve Erzurum, Rusların eline geçmişti…

       Yazımız burada sona eriyor.  Bütün bunları öğrenirken, şu Kazak askerleri ve atlılarının bize karşı savaşması çok ağrıma gitti. Türklerin yanında savaşmasalar da bari düşmanımız olmasalardı diye düşündüm. Sonra araştırdım ki bu Kazaklar, Türklerle akraba olanlar değil, kabaca özetlemek gerekirse bugünkü Ukrayna halkının ataları olan Kazaklarmış. Yani “Kazakh” değil, “Cossack”. Epey ilgimi çekti.

         Bu Kazaklar için okuduğum her şey çok çılgın oldukları yönünde. Savaş zamanlarında paralı askerlik yapan, barış zamanında da köyleri yağmalayan savaşçı bir halkmış. Rusların sınırlarında ve ordularındaki en önemli birlikleri Kazaklar oluşturuyormuş. Hatta atlıları ve savaşçıları öyle meşhur ki, Napoloen Bonaparte “Bana 20.000 Kazak askeri verin, bütün Avrupayı ve dünyayı ele geçireyim.” demiştir.
 
Rus ordusundaki Kazak atlıları, I. Dünya Savaşı

         Son olarak ilginç bir şeyden daha bahsedeyim.  Osmanlı Padişahı IV. Mehmed, zamanında Kırım’a dadanan Zaporojya Kazaklarına bir mektup göndermiş ve Osmanlı’ya tabii olmalarını iletmiş. Kazak Atamanı Ivan Sirko’nun mektuba verdiği iddia edilen cevap da enteresan gerçekten. Psikopat herifler.

          Yabancı bir kaynağa göre IV. Mehmed’in mektubunun çevirisi ve İvan Sirko’nun cevabı(alıntıdır):

         Ben, Muhammed'in oğlu; Güneş ve Ay'ın kardeşi; Tanrı'nın torunu ve veziri; Makedonya, Babil, Kudüs, Yukarı ve Aşağı Mısır'ın hükümdarı; İmparatorların imparatoru; hükümdarların hükümdarı; hiç yenilmemiş harikulade savaşçı; Hz. İsa'nın kabrinin yılmaz bekçisi; Tanrı tarafından seçilmiş mütevellinin ta kendisi; Müslümanların ümidi ve huzuru; Hıristiyanların kahredicisi ve koruyucusu olan; ben, Sultan -- size emrediyorum Zaporojya Kazakları, kendi rızanızla ve direnmeden bana teslim olun ve saldırılarınızla beni rahatsız etmekten vazgeçin.

                                                                                            Türk Sultanı IV. Mehmed

         Sen türk iblisi, lanetli şeytanın kardeşi ve arkadaşı, ve bizzat lucipher'in katibi! ne biçim bir savaşçısın? şeytan pisler ve ordun bununla yemlenir. hıristiyan oğullarından asla kendine tebaa yapamıyacaksın; senin ordundan korkmuyoruz, seninle karadan ve denizden savaşacağız. sen babilli ahçı yamağı, makedonyalı tekerlek tamircisi, kudüslü biracı, iskenderiyeli keçi yüzücüsü, yukarı ve aşağı mısır'ın domuz çobanı, yılan'ın torunu, bu dünyanın ve öbür dünyanın budalası, tanrı'nın aptalı, domuzun burnu, dişi atın kıçı, mezbaha iti, vaftizlenmemiş alın, şeytan kıçını haşlasın! kazaklar işte sana böyle cevap veriyor, iğrenç balgam topağı! sen gerçek hıristiyanları yönetmekten acizsin. [burada mektubumuzu tamamlıyoruz çünkü] tarihi bilmiyoruz ve takvimimiz yok; ay gökte, yıl kitapta, buradaki gün ile ordaki gün aynı; onun için git kıçımızı öp!
  Ataman Ivan Sirko

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder