10 Mart 2015 Salı

Başlıksız Oyun

                                                                         I

Sigara servisinin yanında çay mı yoksa kahve mi alırdın ?


Cevabı belli olan bir sorunun sorulması bu günlerde sinirimi bozuyor, aslında oldum olası sinirimi bozmuştur. Bu Kemal Efendi’nin suçu değil. O, beni hep ağır başlı biri olarak görmüştür, aslında ben de kendimi hep öyle görmüşümdür. Konuşmadan önce belli bir noktaya bakıp düşünmelerim ya da alışkanlık haline gelip o şekilde dalmalarım sanırım hep bu düşüncemin ve oluşturmaya çalıştığım benliğimin bir parçası.

Hayır, tabii ki sahtekar değilim, ama şimdi dürüst olalım, sizler de insanlar sizi bir kalıp içerisinde görsünler diye rol yapmıyor musunuz, ya da belirli kalıplarda kalmıyor musunuz? Karşınızdaki ya da içerisine dahil olduğunuz toplumların sizi görmesini istediğiniz gibi görmesini istemiyor olamazsınız. Psikolojide de böyle bir terim var sanırım. Şimdi ben bunları söyledim diye oyun bozan mı oldum? Bilmemezlikten gelmeye devam edin siz.

Kahve, sade olsun.

Sanırım size Kemal Efendi’den de bahsetmemin zamanı geldi, kendisi kayınpederim olmasının dışında, emekli bir subay. Uzun süre ülkenin doğu bölgesinde kaldığından dolayı dünyanın acısını çekmiş ve hazmetmiş gibi bir yüz ifadesine sahiptir, sanırım olduğundan on, on beş yaş büyük gösteriyor. Tabii bunun bir diğer sebebi de oğlunu kaybetmesi olabilir. Ama hakkını vermem lazım, bana her zaman bir baba şevkatinde bulundu, sanırım ölen oğlunun yerine beni koymuş olabilir.

Kahveler soğumadan içelim istersen, seninle konuşmak istediklerim var.

Farkında olmadan uzun süre yalnız bırakmışım sanırım. İstanbul’un güzelliği beni zaten oldum olası etkilemiştir. Boğaz, sanırım gün boyu izleyebilirim seni.

Kahvelerimizi eski kahverengi deri koltuklarda yudumlarken, koltukların verdiği rahatlık ve ağırlıkla birbirimize bakmadan önce konuşacaklarımıza odaklanmamız gerektiğini hatırladık galiba ki birden göz göze geldik.

“Biliyorsun” dedi. İnsanlar anlatcaklarının çok belli olduğunu anlatmak için bu kelimeye sığınsalar da, aslında bu onları rahatlatmaya yarayan bir kelimeden ibaret sadece. Tekrar söze başladı, kaşlarını çatarak. Bu sözlerinin bölünmesini istememesinin ibaresiydi. Aynı zamanda göz ve yüz koordinasyonu şaşılacak düzeyde, vurgusu oldukça ustaydı. “Gülçe büyüyor, O’nun yaşında düzen oldukça önemli.” Asker olarak büyümüş ve yaşamış birinden beklenen cümlelerdi bunlar, sanırım ön hazırlık yapıyor derken önceden hazırlanmış olduğu belli olan cümlelerini art arda sıralamaya başladı. “Herhangi bir maddi zorluk çekmeden, uzun süre ve rahat yaşayabilir bizimle. Kimsemiz kalmadı, yani sizden başka, üstelik Gülçe bizim elimizde büyüdü sayılır.”

Aslında beklemediğim bir şey değildi bu, ama eşinin ailesinden kalma maddi gücü, hiçbir zaman kullanmamış, hatta boğazda evi olan bu adam için, ülkenin doğusunda ideallerinin peşinden giden bu adam için. Maddi kelimesini kullanması oldukça garip kaçtı. Sanırım Gülten Hanım’ın baskısı burada söz konusu. Yoksa bitirişi bununla yapardı. İlk açıklama cümlesinde kullanmazdı. Çünkü hitabet konusunda sizinle üç gün nefes almadan konuşabilecek bir komutandan bahsediyoruz. Sanırım bu isteği de ilkelerine ters düşüyor, hiçbir ikna çabası belirmedi. Ancak farkında olduğundan adım gibi emin olduğum açık bir kapı bıraktı, ya da beni yeteri kadar iyi tanıdığını düşündüğünden kendi üstüme alınmayacağımı anladı. Evet, bu tamamen sadece benim sevgili kıvırcık papatyam içindi, belki de Gülten Hanım, “Napalım, babası da kalsın bari demiştir.” Eminim o kadın her şeyi düşünmüştür. Tam bir kontrol manyağı.

Devam eder bu böyle...
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder