15 Aralık 2014 Pazartesi

Gülücüklerin Gölgelerdeki Bastonlu Yoldaşı; Mizah ve Günümüzdeki Esintisi



 
  Hayatın tregedyasının masumlaşan şeklini sunardı bize komediler. Yılların ağırlığını ve saygınlığını bir baş kaldırı biçiminde ezenlerdi o ilk gülüşler. Asilliğin ayaklar altına alınması tepkileri çekmişti ilk günlerinde tabii. Ama zamanla vazgeçilmezi olmayı başarmıştı tüm tiyatroların. Günler, aylar ve hatta yıllar geçtikçe insanlığın ulaştığı her yere komedi de ulaştı hatta bazı yerlere yollardan bile önce. Bu adeta bir nefes olmuştu insan hayatında. Süreğenliğin uzak, aklın ve mantığın yapı taşlarıyla süslü bir anlatımı kendine prensip edinen bu sanat, tüm imkanlarıyla insanın hayatın sıkıntılarını kendine düşman edinmiş ve bu gibi durumları basitsercesine insanların suratlarına geçici maskelerini çizmişti.

 
 
Dünya döndü, döndü, döndü ve değişime, gelişime kendini kaptırdı. Bu gelişimden en büyük ölçüde faydalanan teknoloji oldu. Teknoloji; insanların bilgi ve duygu paylaşımının zirveye ulaşmasını sağladı. Mizah da bu durumdan eksik kalmadı aşikardır ki. 

 
 
Başta siyah-beyaz ve sessiz şovlarıyla Charlie Chaplin geldi. Zamanla sesler ve renkler geldi. Durmadı, ilerledi. Türkiye’de ardından takipteydi bu gelişmelerin her zamanki gibi; filmler çekilmeye, yazlık sinemaları doldurulmaya başlandı ve hatta boyutlarını baştan biçimleyip televizyon denilen bir kutuya kadar dönüştü bu, ruh masalı. Mizah artık kendini gösterebilecek bir alan daha yakalamış oldu. Böylece çeyrek asır kadar televizyon-sinema ve tiyatro sahnesi güldürü dünyamızın yankı aletleri oldular.

 

  İlk başlarda herkesi bir ortamda toplayan, daha sonrasında sosyal yaşamlarını bağlayan bu etkileyici şovların başında pek tabii komedi yapımları geliyordu. Misalen bir Kemal Sunal fırtınası geçti kahkalarımızdan. Mimikleri bir mücevher gibi bizlere hayatın masum saflığını sundu. Gülerken gözlerimizden akan yaşların mutluluğuyla ısındık kimi zaman.
 
  Unutulmazlardı hayatımızda Zeki ile Metin. Öyle ki hayatın ve toplumun eksik yönlerini gülücükcüklerimize oturtarak eleştirdiler. Zamanında gelen paslaşmalarıyla izleyicilerin gözlükleri hale getirdiler ekranları.
 
 
Hababam fırtınasını geldi arkasından. Birbirinden farklı karakterleri bir amaçta toplayan, gerektiğinde ders veren dönemin hayta gençliğini işleyen Rıfat Ilgaz eseri her birimizi o sıralara tekrar oturttu.

 
 
Rüştü Asyalı’nın canlandırdığı Keloğlan da unutulmaz yerler köşesinde yerini ayırtı bu dönemde. Hep gülen yüzüyle ve doğruluğuyla başarılamayacak hiçbir şey olmadığını gösteren Keloğlan filmin durağan sahnelerinde ise bizlere Rüştü Asyalı’nın yanık sesi eşlik etti.


 
 
  Her işte olduğu gibi film sektörü de bir rant savaşı haline gelmeye başladı ve kaçınılmaz son kapımızı çaldı. Kendi benliğini korumadan izleyiciye empoze edilmek istenen tüm düşünce komedi maskesiyle bizlere sunuldu. Kitleleşmeyle kabulün kolaylaşması bizi çaresiz bıraktı ve kitleleşme olumsuz yönde büyük bir ivme kazandı. Bu ivmeyle komedi sektörü öyle bir hal aldı ki geçmişin kalitesi bir yana günümüzün sorunlarını bile eleştiremez hale geldik. Bunun yerine sorunlardan kaçmak amaçlı içinde fikir barındırmayan basitleşmiş komedi bizleri karşıladı; kahkahaların gölgesindeki aşılamalar ve küfürlerle. Durum böyle olunca bizim elimizde son kalan şey ise güdümlenmiş ve cüzdan hırsızı basit komiklikler oldu.

  Durum öyle trajikomik bir hal aldı ki örnek alınan şahsiyetlerin yerini bu kişilerin alması ve bu kişilere gösterilen değerlerin ülkenin minnet duyduğu tüm kahramanlardan bile fazla hale gelmesi çok da zamanımızı almadı. Her kalabalıkta bahsedilen konunun, her komik bir olayda ya da ülkemin bilmem neresinde patlatılan bomba yerine konuşulan konu filmin son fragmanı oldu. Bırakın kült yapımları; gerçekliği anlatan filmler bile izlenmezken bu basitsenemeyecek kadar aşağılık olan yapımların fragmanları milyonlarca kez izlenmeye layık görüldü. Ama büyük firmalarımızın bu konuda yaptıklarına minnet duygularımızla süslemeden geçilecek gibi değil. Eskiden olimpiyat birincilerimizi firmanın reklam yüzü haline getirirken şimdi bu şaklabanları ‘halk’ olarak bizleri temsil etmesine özen gösterir oldular. 
  Güçlünün, güçlülere yardım ettiği medya dünyasında alkışlanan bir adamın yakın çekimdeki geğirmesi oldu. Yanındaki güçsüzü ezmesi, ayıbını suratına kazıması oldu. Anlaşılamayan konu ise bu kişilerin bizi temsil etmemesi. Ne dinlerimizde, ne milletin ortak kültüründe ne de insanlık denilen kavramın saflarında böyle oluşumlara yer verilmez, aksine dışlanırken; bizler, bu kişileri ailemizin birer ferdi olarak kabul ettik.

  
  Acınası olan ise tüm bu gelişmelerden hoşnutsuz olanların bile bir kamuoyu oluşturmaktan çekinmesi, karşı tarafın güçlerinden korkması. Bilmem ne kadar saçma konuda bile güç birliği yapan bu insanlarımız zararın kendine dokunacağını anladığında, güçlerinden feragat etmek yerine şakşakcılığı kendine prensip olarak benimsemişlerdir. Yazıklar ola bu saygılarımıza…

   
  Çıkarımlar fazla distopyavari gözükse de, oluşacak sonuç ortada. Beynimizi yercesine körelten bu hayattan kaçma aşkı bize sahte gülücükleri yar edindiriyor. Biz bunu fark edemedikçe yaptığımız ve yapacağımız sadece kendi bilgi birikimimizi ve hayranlık portrelerimizi aldatmak, kör cocuğumuzu sokağa atmak olacaktır.



Basit Komiklik Adına ...
Mehmet Yiğit
2011 Bahar

1 yorum:

  1. Mizah yapmak, belki de biz insanları diğer mahluklardan bu denli ayıran başlıca iletişim biçimlerinden biri. Mizahın kalitesi insanın kalitesini de gösterir.

    YanıtlaSil