“Doğru, görev kavramına aşina değilim artık. Eskiden işim dolayısıyla bu kavramla çok alıp verdiğim oldu, ilahiyat profesörüydüm. Ayrıca askerdim, savaşa ben de katıldım. Bana görev olarak görünen, yetkililer ve üstlerim tarafından yapmam emredilen şeylerin hiçbiri de asla iyi değildi, her seferinde ah bir söylenenin tersini yapsam derdim. Ne var ki, artık görev kavramına değilse de, en azından suç kavramına aşinayım. Belki ikisi de aynı kapıya çıkıyordur bunların. Bir annenin beni dünyaya getirmesiyle suçlu biri olup yaşamaya mahkum ediliyor, şu ya da bu devletin vatandaşı olmak, askere gitmek, öldürmek, silahlanma için vergi ödemekle yükümlü kılınıyorum. Ve şimdi, şu anda, yaşamak borcu beni bir vakit savaşta olduğu gibi yine başkalarını öldürme zorunluluğuyla karşı karşıya bıraktı. Bu kez istemeye istemeye öldürdüğüm yok, suçu tevekkül gösterip kabullendim, bu aptalca, bu aşırı kalabalık dünyanın darmadağın olmasına karşı değilim, onun tuz buz olmasına seve seve katkıda bulunacak, kendim de seve seve dünyayla yok olup gideceğim.” *
İnsanın varoluşundan doğar sancısı, insanın doğumunda başlar hayat sorgusu. Yalnızdır herkes temelinde. Ruh biriciktir, tek ve özel, başka hiçbir ruhla denk değildir. Fakat o eş ruhu arama çabası bırakmaz peşimizi. Magazin programlarında buna ruh eşi de dendiğini duymuştum.
Eksiktir insan. Tamamlanmak ister. Mükemmeli arar lakin mükemmelle bile tatmin olmayacağını bilir. Acı duyar bundan. En çok zevk veren acılardan birisidir bu, yaşayan bilir. Izdırabından zevk duymayı pek onurlu sayar! Şerefli acılar duymak diye tanımladığımız şey sahici bir yanılsama değil de nedir?
Hayatın en geniş kataloğuyla karşılaşmayan yoktur. Adını hala sormadıysanız veya anımsayamıyorsanız tanıştırayım, kişilikler kataloğu. Aydın kişiliği, cahil kişiliği, beyefendi kişiliği, sahtekar kişiliği, zevkperest kişiliği, yardımsever kişiliği. Herkes bir kişiliği giymeyi tercih eder. Bazen arzuladığımız kişilik oluruz, bazen olmayız; bu bizim elimizde veya çevremizin elindedir, mesele değil. Katalogtan giydiğimiz kişiliklerin kalıplaşmış değer yargıları, doğru ve yanlışları vardır. Bunları otomatik olarak transfer etmemiz, kişilik sözleşmemizin zorunlu maddesidir. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Aydın bir kimse, zevk düşkünlerine hep alaycı ve küçümser bakar. Ne boş insanlarla doludur dünya ey tanrı, nasıl hayatı yaşamaya değer buluyorlar? Zevkperest kişilik için ise aydın, beyaz yakalı kişilik küçümsemenin ve alayın en büyüğüne layıktır.
Hermann Hesse, Bozkırkurdu adlı romanında, çağın ortasında sıkışmış, bilge, aydın ve kültürlü bir karakter olan Harry’nin, iki kutuplu olduğunu düşündüğü karakter ikilemini anlatır. Bir tarafta zeki, entelektüel ve medeniyet sahibi insan kişiliği, diğer tarafta ise nefsani ve hayvani istek ve içgüdülerle dolu kurt kişiliği sıkıştırır benliğini. Savaş halinde olan bu iki karakteri asla barışmaz, bu yüzden Harry kendisini toplum içinde bir Bozkırkurdu olarak tanımlar. Fakat bulduğu bozkırkurdu el kitapçığının anlattığına göre ruh sadece iki kutuptan oluşmaz, aslında sonsuz kutba sahiptir. “iyi” gözüken her kişiliksel özellik insana, “kötü” gözüken her özellik ise kurda atfedilemez. İnsan, erkek, kadın, çocuk, yaşlı, kurt, tilki, yılan, köpek, ağaç, küçük bir çalılık ve çimen, hepsinden bir parça vardır ruhta. Şu veya bu doğrudur diyemem. Ama gerçek şu ki, dünya tam da hem o aydın kişinin, hem de zevkperestin alaya aldığı orta sınıf burjuvalara göre bir yerdir. O ortacılık, o ortalamalık, belki de yaşamı başarılabilir kılan da budur. Aydın kişilik, yaşamı başaramaz, intihar edecek kadar korkar yaşamdan ve intihar edemeyecek kadar korkar ölümden, ne kadar arzulasa da.
“Harry geriye dönüp bir daha kurt olamaz; diyelim ki oldu, o zaman kurdun da asla gelişim sürecinin başında bulunan basit bir yaratık sayılamayacağını anlayacaktır. Kurdun de kendi kurt bağrında iki veya daha çok ruhu vardır. Kurt olmayı isteyen, “ah ne saadet bir çocuk olmak” ezgisini dile getiren adam gibi, bir şeyi unutmuş demektir. Mutlu çocuk ezgisini söyleyen sempatik ama duygusal adam da doğaya, masumluğa, gelişim sürecinin başlangıç aşamalarına dönmeyi arzuladığını açığa vurur; ama tümüyle unuttuğu bir şey vardır: Çocuklar da asla mutlu değildir, onlar da pek çok çatışmayı, çelişkiyi ve acıyı yaşayabilen varlıklardır.” *
* Bozkırkurdu, H. Hesse, YKY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder