22 Kasım 2014 Cumartesi

Kavgam II. : DEMEK SAVAŞTA CAN VEREN İKİ MİLYON İNSANIN HAYATLARINI FEDA ETMESİBOŞUNAYMIŞ


Bu yazıda 1. Dünya savaşı yıllarından bahsedeceğim. Ancak öncelikle bazı hususlara değinmekte fayda var. Öncelikle Hitler’e göre savaşta insaniliği nasıl anlamalıyız:
Savaşta insanilik, mücadeleyi olanaklar ölçüsünde hızla yönetmekten ibarettir. Ne kadar hızla savaş sona ererse o kadar insani davranılmış olur. Bu bağlamda daha sert mücadele yöntemleri insaniyete daha çok hizmet etmiş olacaktır. Bu anlayışa estetik ve diğer konularda gevezeliklere tek bir cevap vardır: Hayat mücadelesi gibi yıkıcı bir konu her çeşit estetik düşünceleri bir yana iter. Alman milletinin şimdiki halini estetik mi buluyorlar? Halbuki insanın hayatındaki en çirkin şey tutsaklıktır.

Propaganda



Hitler’e göre siyasette en önemli faaliyetlerden birisi doğru propagandadır. Şimdiki şartlara baktığımızda insanlar cep telefonlarıyla dünyanın her yerinden, her görüşten haberdar olabiliyorlar. Fakat o dönemin şartları da göz önüne alındığında sınırlı kaynaklara sahip olan halkın yönlendirilebilmesi gerçekten büyük öneme sahipti (Hitler propagandaya o kadar önem vermiştir ki iktidarda olduğu zamanda propaganda bakanlığı kurmuştur ve bu konuda da çok başarılı olmuştur, tarihteki tek örnektir bu bakanlık, ileriki yazılarda değinirim umarım). Kaldı ki Hitler’in anlattığı şekildeki propaganda günümüz şartlarında da gayet önemli ve bunu günümüz Türkiye’sinde olağanüstü başarıyla uygulayanların olduğunu da düşünüyorum. Siz de hak vereceksinizdir.
Propagandanın amacı bireyleri tek tek ve bilimsel olarak bilgilendirmek değil, kitlelerin dikkatini belirli olayların üzerine çekmektir. Bu konunun ne kadar önemli olduğu ise halka ancak propagandayla anlatılabilir.
Propaganda, gerekliliği ve zorunluluğu oluşturmadığı için, afişlerde olduğu gibi, çoğunluğun dikkatini çekmelidir, bilimsel bilgi sahibi olanlara ya da bu bilgiyi edinmek isteyenlere hitap etmemelidir. Her zaman duygulara ve pek az da akla seslenmelidir.
Propaganda bir toplumdaki en dar kafalı insanı bile etkileyecek seviyede olmalıdır, öyle ki ulaşılmak istenen kişi sayısı ne kadar çoksa, propagandanın seviyesi de o kadar aşağıda olmalıdır.
Kitlelerin temsil melekesi sınırlıdır, anlayışıysa kıttır. Ayrıca büyük çoğunluğu hafızadan yoksundur ve bunun için etkili propaganda da pek az noktaya değinmelidir ve bunlar değişmez bir kalıp ve formüller içinde gerektiği ölçüde yapılmalıdır. Halkın en düşük düzeydeki bireyi bile ne demek istendiğini anlayabilmelidir.
Propagandanın en önemli şartı, meşgul olunan ve hedef alınan bir konu hakkında sistemli bir şekilde tek taraflı bir tavır alınmasıdır. Örneğin bir sabunu öven bir afiş, aynı zamanda başka sabunların da iyi olduğunu anlatırsa buna ne denir? Herhalde yalnızca baş sallanır. İşte ona göre Almanya’da siyasi propagandalar da tamamen buna benziyordu. Propagandanın amacı çeşitli partilerin iyi veya kötü yanlarını göstermek değildir. Propagandanın amacı temsil edilen partinin üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktır. Amaç gerçeği objektif bir şekilde sunmak değildir, propaganda sadece kendine uygun düşen gerçekleri aramakla ve onları tanıtmakla görevlidir.

Savaş Yılları



Hitler, savaş zamanında İngilizlerin mükemmel propaganda yaptığını ileri sürüyordu. “Düşman broşürleri elimize geçiyordu. Bunların içeriği hep aynıydı, yalnızca şekil ve anlatım yönünden bazıları değişikti. Bunlarda özellikle Almanya’da kıtlığın arttığını, savaşın uzun süre bitmeyeceğini, galip gelmemiz olasılığının gitgide zayıfladığını, bunun için ülkede halkın barış istediğini fakat Kayzer’in* ve militarizminin buna karşı çıktığını, bundan dolayı da bu durumu çok iyi bilen, bütün dünyanın Alman milletine karşı değil, tek suçlu olan Kayzer’e karşı savaştığı, barışsever insanlığın bu düşmanı devirmedikçe savaşın bitmeyeceği, liberal ve demokratik milletlerin sürekli barışı, Prusya militarizmi yok edildiği gün sağlanacağı söyleniyordu. Bu broşürleri çoğunlukla uçaklardan atıyorlardı. Cephede Bavyeralıların bulunduğu kesimlerde Prusyalılara saldırılıyor, Prusya’nın savaşın tek suçlusu olduğu söyleniyor ve Bavyera’ya karşı hiçbir düşmanlık beslenmediği de ekleniyordu.”
Halk Prusyalılar aleyhine kışkırtılıyordu. Cephede oynanan bu oyun memleketin iç kısımlarında da sahneye konuyor ve hiçbir reaksiyonla karşılaşmıyordu. Prusya’nın yıkılmasının, Bavyera’nın yükselmesinden çok, birinin çökmesi ikisinin öbürünün de yok olması anlamına geleceğini hiç kimse anlamıyordu.
Almanya 1918 yılları başlarında zafere yaklaşmaya başladı.  İtilaf devletleri bunu engellemek için her imkanı var gücüyle kullanıyorlardı. Nitekim büyük bir Alman taarruzu tasarı halindeyken, cephane fabrikalarında grev patlak verdi! Bu grev başarıyla devam etmiş olsaydı, bir iki hafta içinde cephe, cephanesizlik yüzünden delinecekti. Taaruzun yapılamayıp İtilaf devletlerinin kurtulması amaçlanmıştı. Böylece evrensel sermaye Almanya’ya hakim olacak ve milletleri aldatma yolundaki Marksizm amacına ulaşacaktı. Evresel sermeyenin başarısı, milli ekonominin tahribine bağlıydı. Milli ekonominin yok edilmesi de birtakım aptalların ve bazı hainlerin alçaklığıyla oluyordu.
Bu grev umduğu başarıyı sağlayamadı, grev çok uzun sürmedi ve cephanesizlik orduyu yok edemedi. Fakat neden olduğu ahlaki zarar, ordunun yok olmasından da büyüktü. Mademki memleket artık zafer istemiyor, ordu neden hala cephedeydi? Memlekette grev varken, asker zafer için mi savaşacaktı?
Almanya savaşa devam etti. Doğu cephesi Almanya’yı çok zorluyordu çünkü Rusya asker olarak çok üstündü. İşte bu sırada Rusya’da ihtilal oldu, çarlık devrildi. Rusya savaştan çekilmek durumunda kaldı. Bu Almanya’nın artık bütün gücüyle batı cephesine yerleşmesi anlamına geliyordu ki Almanya’nın zaferi artık çok olası gözüküyordu.
İşte tam bu sıralarda Almanya’da genel grev patlak verdi. İtilaf devletleri rahat bir nefes aldı ve artık propagandalarına kararlıca devam ettiler. Artık Almanya’da ihtilal olacaktı, Alman askeri istediği kadar savaşıp zaferler kazansın, ülkesine geri döndüğünde ihtilalle karşılaşacaktı. İşte bütün bu inanışları İngiliz, Fransız ve Amerikan gazeteleri okuyucularının kafalarına sokmaya başladılar. Çökmüş müttefik ordusu yeniden ayağa kalktı, ezici umutsuzlukları silindi. Binlerce Alman askeri, bu grevi kanlarıyla ödediler ve öte yandan bu korkunç grevi kışkırtan sefiller İnkılapçı Almanya’nın en yüksek hükümet mevkilerine aday oluyorlardı.


"Nie wieder Krieg: bir daha savaş, asla." 1918 Kasım Devrimi

Başta bölgesel olarak başlayan hareket büyür ve Almanya’da savaşın da yenilgiyle sonuçlanmasının ardından genel ihtilal olur. II. Wilhelm tahtı bırakır. 1918 – 1919 Alman ihtilali, monarşiden, parlamenter demokrasiye geçiş sürecidir. Diğer adı Kasım Devrimidir. Hitler bu ihtilalin haberini aldığında, annesinin cenazesinden sonra ilk kez ağlamaya engel olamadığını yazar.
Demek bunca özveriler ve yoksulluklar boşunaymış, bitip tükenmek bilmeyen aylar boyunca açlıktan duyulan acılar anlamsızmış, ölümün nefesini ensemizde duyduğumuz halde, görevimizi yapmaktan bir an geri kalmamamızın hiçbir değeri yokmuş; savaşta can veren iki milyon insanın hayatlarını feda etmeleri faydasızmış.”
Ona göre İmparator II. Wilhelm sahtekar ve namussuz adamlara memlekette barışı sağlamak için Marksist hareketin şeflerine elini uzatan ilk Alman İmparatoru olmuştur. Oysa onlar bir elleriyle imparatorun elini tutarken, öbür elleriyle de hançeri tutuyorlardı.
Şu unutulmamalı ki Yahudiyle uzlaşma yapılmaz! Onlar Yahudilerle anlaşmaya uğraşsınlar, bana gelince, ben politikaya atılmaya karar verdim.”

...
Devamı bir sonraki yazıda...

Bu yazıda işin biraz hikaye kısmıyla ilgilendim. İleriki yazıda ilkesel konulardan tekrar devam edeceğim.

*Kayzer: Alman İmparatoru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder