Her bir uyanış aslında bir başkaldırıdır, geleceğe geçmişten gelen.
Düşünceler; umut bulutlarını yağdıran, bekletir ölümü.
İşte böyle yazıyordu hatırladığı son dizelerde. Tüm hassasiyetini bir kenara bırakan Rudy’nin vakti gelmişti belki de. Hayallerini tek tek hatırladı ve ufak bir gülümsemeyi yüzünden esirgemedi. Güneşin odaya yeni girişi saatin erkenliğinden değil, akşamdan kalma sarhoşluğunu yeni yeni üstünden atışıyla alakalıydı büyük olasılıkla.
Yatağında doğruldu. Karşısındaki aynaya eski bir dostu hatırlamak istercesine baktı. Monotonluğun hakimiyetsizliği yüzünün tüm detaylarından anlaşılıyordu. İçinden küfredercesine mırıldanıyordu.
Klasik bir hamleyle ayağa kalktı. Boynunu kıtırdattı. Duşa girmeden önce tüm kifayetsizliğiyle bilgisayarın düğmesine bastı. Her sabah yeni bir nostaljiyi yaşıyordu. Banyoya girdiğinde hayatının komutlarını tek tek yerine getiriyordu. Şampuanı eline aldığında kaç yıldır aynısını kullandığını anımsadı. Şaşkınlık belirtisi yüzünde yoktu ama. Boş vermişliğin tutsaklığını kemiklerinden sıyırırcasına bir harekete girişti. Sakinlik; monotonluğunu yenmeye kararlıydı. Fakat yine olağan durum gerçekleşti. Hiçlik…
Uzun düşüncelerden nasıl sıyrıldığının farkına varmadan kendini mutfakta, mısır gevreğini ve sütünü üzerinde godzilla resmi olan kasesine döktü. Bir şey unutmuş gibi ani bir yönelmeyle odasına, bilgisayarının başına döndü. Orada onu bekleyen binlerce bildirim, onlarca mesaj vardı.
Her gün müstakil evini parti alanına çeviren o renkli dünyasına, Facebook sayfasına dönmeliydi. Şu reklam işi de olsa oturduğu yerden para kazanacak, aylardır harcadığı tüm vaktini değerli hale getirebilecekti. Hatta buradan gelen paralarla birikmiş borçlarının bir kısmını kapatabilir, otuzlu yaşlara yaklaşmasına karşın babasından, O’nun değimiyle ‘Yaşlı Bunağı’ndan’ para almasına da gerek kalmayabilirdi. Tüm suç babasındaydı O’na göre, zamanında Türkiye’ye gelmeselerdi pek hala kendi parasını kazanıyor olabilirdi; oysaki bilmediği bir coğrafya, tanımadığı insanlar hayatını çevrelemişti. Neyseki kendi birikimini, oluşturduğu Facebook hesabından yayabiliyor, rahatlıkla arkadaş edinebiliyordu.
Vakit hayırsızlıklarını unutmuş bir dost gibi geçmişti. Kısa paralolardan sonra internet tarayıcılarından en güzel eklentileri olanı açtı. Takım tutar gibi bu tarayıcıyı tuttuğunu farketti. Anasayfası açıldığında beyaz fonda kırmızıyla yazılmış yazıda mahkeme kararıyla bu sitenin kapatıldığı yazıyordu. İlk önce yapılan ufak bir şaka olduğunu düşündü. Dns ayarlarını değiştirip tekrar girmeye çalışıyordu. Sevgilisinin ani ayrılışında hissettiği karnının ufak bükülmelerini hatırlar gibi oldu. O kadar hızlı kullanır olmuştu ki artık bilgisayarı bu hissine vakit ayıramadan diğer tarayıcıları açma imkanı bulmuştu. Sonuç değişmemişti ve bu durumun kafatasına çarparak çıkardığı ses, şiddetli bir depreme maruz kalmış Japon ailesinin çıkaracağı seslere nitelik olarak fazlasıyla benziyordu.

Durum, kafasındaki soru işaretlerini barındırmaya imkan vermeyecek düzeyde saçma geliyordu. Tüm haber siteleri kırmızıya boyanmıştı. Tüm manşetlerde Facebook’un kimlik dolandırıcılığına bulaştığı yazıyordu. Facebook’un kapanması neredeyse bakkaldaki Kamil Amca’nın anlattığı darbelerdeki dehşetin tiyatroya dönmüş halini yaşatıyordu. Ayağa kalkmaktaki zorlanışı, yatağın yanında duran Jack Daniels’dan kaynaklanmıyordu büyük olasılıkla, çaresizliğin gölgeye bürünüşünü tüm vücudunda yaşıyordu. Tüm ağaçların küf tutmasına benziyordu Facebook’un kapatılması.
Az önce yüzlerce balon şişirmişcesine başı dönüyordu ve hemen kendine yaslanacak bir yer aradı. Elleriyle ezbere peteğe tutundu, güçsüzleştiğini hissediyordu. Hayalleri; paketlenmiş, postalanıp uç diyarların kayıp yolcusu olmaya adaydı. Kendi benliğinin siyahında hissettikleri silikleşiyordu. Gözden kaybolurcasına sanki en yakın arkadaşına aşık, kaybetmekten korkan o ürkek çocuktu şimdi. Hayatı olan Facebook, yoktu. Hayatı, onu ‘O’ yapan değerler yoktu. Ölüyordu , vakit geçmeden tükeniyordu sessiz çığlıklarının girdabında. Keşkelerden, ya öyleyse umutları manşetlerin derinliğinden imkansızlığa varıldığının kanıtıydı. Salıncak misali sallanan bir dünyanın düşen çivisiydi, o; basit ve kimsesiz.
Mehmet YİĞİT
Geceleri Şubat’tan Olan Bir 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder