30 Nisan 2018 Pazartesi

Müzeyyen Senar Atatürk'ü Anlatıyor



İnternette Müzeyyen Senar'la yapılmış bir röportaja rast geldim, ilgimi çekti. Buyurun:

(Müzeyyen Senar anlatıyor:) Saraya gittik. Bir masa ki ucu yok, ucu bucağı yok. Başta, burada (Atatürk) oturuyor. Beni de buraya oturttular. Ben istiyorum ki sazımın yanına gideyim. Atatürk burada, ben burada... Bir de siyah defterim var, radyo defterim, o da koltuğumda. Ama ne haldeyim, nasılım bilmiyorum, ne var arkamda, ne entarim ne bir şey, hiç bilmiyorum. Oturdum, defteri aldı elimden. "Bey'i takip et." dedi bana. Bey gitti ben gittim, bey gitti ben gittim. Bir hamama girdik, siyah bir banyoya girdik. Ağlıyorum hüngür hüngür, beni ne yapacaksınız diye. "Ağlama kızım, ağlama kızım." (dedi bey). Saçımı kesti. Kesti, kesti, kesti... A La Garson (bir tür kısa saç modeli) modası var. Derken kocam geldi. O da şey vardır, hani böyle vardır ya(ustura?), aldı. Ona da (Atatürk) bıyığını kes demiş, O da bıyıklarını kesti. İkimiz böyle tir tir titreyerek bir gittik baş ucuna. "Hah" dedi, "Hadi öpüşün şimdi." dedi. Öpüştük, "Sen çık." dedi. Adamı (kocamı) kovaladı, almıyor içeri. Oturduk. O defteri karıştırmış. Cana rakibi (handan edersin) buldu, köşküm var deryaya karşı buldu, rumeli türküleri bulmuş. Oku Allah oku. Ama saz yok, sazı görmüyorum. Ben burada, saz taa uzakta. Nasıl titriyorum. Gazel yaprağı gibi böyle. Bütün o Kılıç Ali'ler, şunlar bunlar dolu, dolu insanlar büyük masa.

-Bütün devlet erkanı?

-Hepsi hepsi.. Rakısı var, leblebisi var, gözleri mavi kaşları da kıvırcık. Hiç sohbetimiz olmadı. Sadece, haşmetli bir yüzü var ürküyor insan, yüzünden. Ee ben de gencim tabii, titriyorum, biraz şöyle şey olsam, Safiye Ayla gibi palazlanmış bir hanım olsam belki bir şeyler konuşacağım ama; bir şey bilmiyorum. Safiye der ki, senle beraberiz der bana, ama halbuki o 28'de gitmiş Atatürk'e, öyle söylüyordu. Neyse, sabah oldu gittik. Bir zarf: 750 lira. Kocam da işte kıskanıyordu galiba, beni parpalardı evde biraz, hırpalardı. 

Bir daha çağırmıştı beni, Bursa'ya gidiyoruz. Yine tabii beraber. ...'ya geldik. O akşam "U" şeklinde sofra kurulmuş lokantaya. Beni yine getirdiler. Celal Bayar orada -Ha Celal Bayar'a biz amca derdik, çünkü Çekirge'de karşı karşı otururduk (...) Amca diyoruz çocukluktan- Hemen ben amcamın yanına, "gel benim yanıma" dedi. "U" şeklinde. Atatürk burada, yine ben burada. Saz kapı arkasında. Ay beni oraya oturtun ne olursun. Sazı istiyorum gidiyim yanına. Hayır dedi burada oturttu, yanına. Neyse, hadi şarkı söyle söyle söyle, o zaman 4 kişi vardı saz, küçük. Nobar, Şükrü falan, böyle güzel sazlardan, Selahattin falan. Tabanca atardı böyle, sütunlara. Tabii tabii evet, sütunlara böyle. 

-Mustafa Kemal de atar mıydı?

-Tabii tabii o atıyor o. Atardı. 

O gün de bitti. Şükür Allah'a. Dediler ki ertesi günü belediye sarayı, aynen duruyor hala, o salon da duruyor, balo var. Merinos'un açılış günü. Hadi hemen ben tuvaletimi giydim arkama, yine bir şey olmasın. Yine saz kapı arkasında. Kaptanların salonda oturduğu yemek masası vardır ki herkesi görsün, öyle bir yere bir masa iki sandalye koymuşlar. Yaver geldi beni oraya oturttu. Allaaah... Ben buradan nasıl kalkacağım. Nasıl kalkayım. Saz yine kapı arkasında. Ölüyorum heyecandan. Şimdi ben o zaman 18 yaşındaydım. Dans bilmiyorum. Bursalı bir kız o tarihte, 37'de, dans nereden bileceğim. Evliyim de, çocuğum da var. Geldi oturdu. Tamam. Ee balo açılacak, ne olacak? Beni kaldırdı, dansa... Ah... Nasıl ölmedim, nasıl yaşadım orada, nasıl kalktım, hiç bir şey bilmiyorum. Ama o, biliyor insanı, çok çok iyi biliyor. Kalktık. Bak bana hala elim titriyor, bak Allah aşkına. Kalktık, döndük oturduk. Anladı benim dans bilmediğimi. Hemen, baloyu da açmış olduk. Oh. Ayy...

Tangır tungur, tencereler tabaklar, ahçılar konvoylar gidiyoruz. Yolda bir tane çocuk aldık, köylü çocuğu. Kurbanlar kesiliyor. Vapura girdik. Oh, bende bir rahatlık var. Masa başı böyle. O burada, ben burada, saz burada. Oh oh, aman. Ne kadar memnunum hayatımdan. Çünkü beraberim sazla. Oku istediğin kadar oku. İstediğim kadar okuyayım. İki gün okuyayım. Beraberim çünkü, hep beraberiz, ufacık bir yer. Ege vapurunun salonu. O gün saat 9'a kadar, sabah 9'a kadar, söyle bre söyle, o söylüyor, zeybek oynuyor, horon tepiyor, Atatürk. Kalkıp hep beraber şey ediyor, eliyle masayı kaldırıyor. Aman neler, yapmadığı kalmadı. Aaa rakısı var, leblebisi var aaa.. O harika, harika bir insan, harika bir insan. Orada artık konuşma oldu. Çocuktan bahsetti, resmini gösterdim. Ah ismini değiştiriyordu, Ergun, Erkin olsun dedi. Ondan sonra oradan Kılıç Ali, Şükrü Kaya bir laf karıştırdılar orada öyle kaldı. Erkin yapacaktı ismini.

-Şarkı için hiç iltifat etti mi?

Neler söylüyor neler... Berabar söylüyoruz hep böyle...

-Güzel söylüyor...

Söyler, söyler.

-...sunuz dedi mi size?

Ee, artık canım yan yanayız, orada çok iltifatını gördüm işte. Beraberim ya, sazla da beraberim, onla da beraberim, bir taraftan da  böyle resmi çünkü çok resmi bir yer, çok uzak bir yer. Burada hep beraberdim.

-Keyif adamı değil mi?

Çok... 

-Nasıl özetleriz?

Her şeyin arasında keyfini ihmal etmiyordu.

-Nasıl?

İşte, yapabiliyor. Hem işini yapabiliyor, hem vazifesini, çok içmezdi ama, o kadeh önünde ya iki tane, ya... Ha söyler, Köşküm var deryaya karşı, Cana rakibi çok sever, çok sever. ...'yı mutlaka söyler...