3 Ocak 2017 Salı

İlham

           

           Derdi olmayan yazmaz. Derdi olmayan yaşamaktan mutluluk da duymaz. Derdi olmayan olduğu yerde durur. Hiçbir şey yapmaz. Şimdi aranızda "Ben hiçbir şey yapmıyorum, bu demek değil ki derdim yok." deyip, bana kızanlar olabilir. Bıkmışlıktan, bir şeyler yapıp da hiçbir şey bulamamışlıktan ötürü yılanlar vardır ve onlar bana "Hadi be sen de!" diyorlardır. Ama durum gerçekten böyle. Derdi olan insandır yaşayan da yazan da çabalayan da. 
Neden mi? Yazımın bu bölümünden sonra izahına başlayayım;
   Sıkıntılarınız gırla. Eminim hepsi de birbirinden kıymetli ve mühim dert, tasa, sorunlar silsilesi. Ama çözümler nerede? Mustafa Kemal Atatürk'ün "Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunmaktayız" diye ateşli bir TBMM konuşması var, yıl 1937, 1 Kasım. (https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/01_11_1937.pdf sayfa 9) 
Bunu buraya yazmamın sebebi şudur, varoluşunu hangi teoriyle açıklarsa açıklasın, insan denen yaratık, ilk günden beri sürekli göğe bakan ve hayatını ona göre şekillendiren bir canlıdır. İş bu yüzden  ben bıktıkça, yıldıkça, bir kaçış aradıkça, asla ufuk çizgisinin altına indirmem bakışlarımı. Yazının tam burasında, belki de çok erkenden çareyi verdim, o yüzden yazının sonunda bu dediğime tekrar bir bakın. Asla ufuk çizgisinin altına indirmeyin bakışlarınızı. Çünkü indirirseniz, gerçek dünyanın ağırlığı altında öylesine ezilirsiniz ki, yaşamak şöyle dursun nefes almak bile zûl gelir. Bugün hepimizin yaşadığı da bu denli rasyonalizm pompalayan dünyada çırpınma çabalarıdır. Bir hayal kuruyoruz. Mesela benimki bir geometri kitabı. Kitabın basıldığını hayal ediyorum. Ama çalışmalar sırasında gram ilerleme kaydedemiyorum. Neden mi? Yapılması gereken bambaşka şeyler var. Zorunlu. Yapmak zorundayız. Misal, para kazanmak zorundayız, oysaki iman ve inanç bunları basitleştiriyor, kafaya bir afyon etkisi yaratıyor.
  Bu seneki Anadolu gezilerimde, benden yaşça küçük ama üç çocuk sahibi bir kardeşle tanıştım. Öylesine bir tevekkül vardı ki üzerinde, görseniz tüm İstanbullular sinir olur. Üç çocuk ve asgari ücret var ve kardeşimiz diyor ki "Çocuk rızkıyla gelir abi!" He tabii ya, aynen öyle kardeşim dedim dışımdan. İçimdense hemen konuşmaya başladı rasyonalist Kemal. İyi de bu insanlar ne yeyip içecek, bu çocuklar büyümesine büyüyecek ama ya sonra ne olacak? Bunların derdi tasası bana düştü. Oysaki basitti işte. Rızık veren Allah'tır de, at gitsin tüm derdi tasayı zihinden. Rahatla. Gökten ve gaipten gelmeyecek ilham hiçbir yerden gelmez. Bunun adı ilham da değil, her şeye tek başına yetişemeyecek olmanın verdiği kalbi bir bilinçtir. O yüzden bizim gibi ağır bir gerçekçilikle yetiştirilmiş nesiller, antidepresanlara muhtaçtır. Yahut her şeye yetemeyeceğini anlamalı ve boşu boşuna genç yaşta dert sahibi olmamalıdır. Ben bu ikinci dediğime alışma derdindeyim işte dostlar. Sırf bunun için, baktım ki çözümsüzlük sınırına yaklaşıyorum. Hemen kendimi adaya atıyorum. Neyse ki adaya yakınım ve orada bir gün batımı izleyip geriye dönüyorum. Yoksa başka bir çare yok. Sürekli kalabalık metrobüslere, metrolara, otobüslere, minibüslere, kimine göre de kalabalığın içindeki yalnızlık senfonisi olan şahsi araçlar içinde delirmemek elde mi?
Bu yazıyı etrafımızda bombalar patlarken yazıyorum. Atatürk Kütüphanesi'ndeyim, Taksim'de. Düşünün halimi artık. Ama yapacak bir şey yok. Sonunda ellerimi açıp dua etmekten başka da bir çarem yok.